Suriye’deki İsrail Planı

Yorum bırakın

Suriye’deki İsrail planı

Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt, Beşşar Esed’in dünyanın gözünün içine baka baka yaptığı suçlara dikkat çekti.

Suriye'deki İsrail planı
Başyurt, Suriye‘de her gün yaşanan insanlık dramına karşı 3 maymunu oynayan Batı dünyasının ve bölgenin müslüman güçlerinin neden bu zulme “dur” diyemediklerini bölgedeki ince hesapları masaya yatırdı.

İşte Başyurt’un o yazısı:

Suriye’de Esed zulmü büyüyerek sürüyor.

Akan kanın durdurulması için daha kaç bin bebeğin öldürülmesi gerekiyor bilen yok.

Cılız diplomatik tepkiler var. Sözlü uyarılar var.

Ancak Esed’i durdurmaya yönelik caydırıcı bir girişim yok.

Askeri operasyonu kastetmiyorum, ortak bir diplomatik yaptırım bile söz konusu değil.

Suriye’de yaşananlar 3 acı gerçeği ortaya koyuyor.

Birincisi,
uluslararası barışı sağlamak ve sürdürmekten sorumlu Birleşmiş Milletler yapısal yetersizlik taşıyor.
Özellikle de ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olarak “veto” haklarının bulunması sistemi kilitliyor.

İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kurulan bu sistem, İslam dünyasının her açıdan aleyhine işliyor.
Suriye, Libya, Bosna, Afganistan, Irak, Filistin, Somali gibi ülkelerde sürmekte olan dramların sona ermesi için bu yapının yeniden yapılanması ve temsil keyfiyetinin yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

İslam dünyasında “motor güç” yok

İkincisi, İslam dünyası kendi sorunlarını çözebilecek kabiliyetlerden henüz çok uzak. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye‘de yaşananlar ortada… Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de akan kan da… Peki, İKT nerede? Ne iş yapıyor?

Kriz, İslam dünyasının krizleri çözecek bölgesel ve küresel lider ülkelerden de yoksun olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı.

Mesela AB’de Almanya-Fransa ikilisi, Birlik içi krizleri çözmede “motor güç” rolü oynayabiliyor.
Yunanistan’a sağlanan 300 milyar euro’yu bulan destek paketini bu gözle bir değerlendirmekte fayda var.
Sadece Yunanistan’ı kurtarmakla kalmadılar, krizin kartopundan çığa dönüşmesini ve bütün AB’yi vurmasını da engellediler.

İslam dünyasında “kriz önleyici” motor güç de, “kriz çözücü” bir ulus-üstü yapılanma da mevcut değil.

Halkların talepleri Batı’nın umurunda değil

Üçüncüsü, Arap Baharı giderek ‘Arap Kışı’na dönüşüyor.

En azından kısa vadeli etkisinin bölgede ‘kış’ gibi hissedilmesi kaçınılmaz hale geliyor.

İşte Mısır, işte Libya, işte Yemen… Taşların yerine oturması, halkın tercihlerinin yönetime yansıması ve istikrarlı bir yönetim oluşturulması daha yıllar alacak.

Yaşananlar, Batılı ülkelerin İslam dünyasında demokratikleşme amacıyla halk devrimlerini desteklediği söylemlerini de boşa çıkarıyor.

Batı, Arap dünyasında kontrollü bir “yüz değiştirme” operasyonu yapıyor.

Dertleri ne bölge halkının talepleri ne de özgürleşmeleri.

Suriye’de, Esed’in yerine koyabilecekleri yeni yüzü henüz bulamadıkları için arayış içinde bekliyorlar.

Sandıktan sürpriz çıkmasından endişe ediyorlar.

Mısır’ın ardından Suriye‘de de hesaplananın dışında bir iktidar gelirse, İsrail‘in kıskaç içine girmesinden kaygılanıyorlar.

Bu arayış sürerken Suriye Bosna’ya bile dönse, onlar yüzlerini dönmezler.

Dertleri ne katliam ne de halkın talepleri…

Suriye krizi üzerinden çıkarılacak bu dersler bize gözyaşından uzak daha iyi bir gelecek için daha fazla gayret göstermemiz ve bolca yakarmamız gerektiğini söylüyor.

Erhan BAŞYURT – BUGÜN

Mehmet Ali Birand: 28 Şubat’ın ‘askerci gasteci’leri elendi

Yorum bırakın

Mehmet Ali Birand’ın yapımcı ve sunuculuğunu üstlendiği “Son Darbe: 28 Şubat” adlı belgesel, Türk siyasetinin en keskin virajlarından birini anlatıyor. Birand ve ekibinin yoğun emek harcayarak hazırladığı kapsamlı çalışmada; o süreçte sokaklarda meydana gelenler ile dönemin siyasi aktörlerinin askerin müdahalesine ne şekilde zemin hazırladıkları ortaya seriliyor.

-28 Şubat genelde sağ ve İslami kesimin tasfiyesi gibi algılandı. Belgeselin ve sizin dilinizle 28 Şubat neydi?

Bence belgesel, Türkiye’deki büyük bir virajın belgeseli. 1993’te Özal’ın ölmesinden sonra başlayan süreç, 1994’te Erbakan’ın yerel seçimlerde 22 belediyeyi alması… 28 Şubat aslında orada başladı. O tarihten 1997’ye kadar yaşananlar ve 2001-2002’ye kadar olan süreç… 28 Şubat’a giden yolda adımlar nasıl atıldı? Belgesel bunu anlatıyor. Asker ve laik kesim Refah Partisi’ni nasıl algıladı? RP, onları nasıl algıladı? İnsanları damgalamadan net bir resim çıkarmaya çalıştım ortaya. Öyle olaylar yaşandı ki! Duruma hâkim olamayan bir iktidar. Sürekli koalisyon hükümetleri… O geliyor, bu gidiyor. O onla uyuşmuyor, öbürü onunla. Hep askerin zorlaması. Askerin kafasında bir tek şey var: “Ben PKK ile uğraşırım kardeşim. Siz bu dindarları ve yeşil sermayeyi iktidara getirmeyin.” Ama balans ayarı yapayım derken, frenleri patlatıyor, lastikleri de patlatıyor; koruduğu otomobil uçuruma uçuyor. Kendi kafasındaki otomobil…

-93 kritik bir yıl… Asker hangi zaman aralığında daha etkindi?

Asker hiç gitmedi, hep vardı. 1980’den itibaren hiçbir zaman gitmedi. Özal, askerle zıtlaşmadı, uzlaşmaya çalıştı. Bana göre uzlaşma şansını asker kaybetti. Miting düzenleyeceğine, iktidara karşı hesap oyunları oynayacağına çok rahatlıkla uzlaşabilirdi. Asker, samimi olarak hükümetin ülkeyi din devletine götüreceğine inanıyor. Çünkü aralarında diyalog yok. Erbakan askeri iyi anlıyor ve uzlaşmak istiyor. Ama partisindeki birtakım güçleri kontrol edemiyor. Oysa siyaset iktidara gelebildiğin zaman iyi dans etmektir. Erbakan’ın söylemleri askeri çıldırtıyor.

-Bu belgeselde yeni olarak neler var?  

Mesela, Gazi Olayları bölümünde, kim yaptı diye faili ortaya koyamayız. Ama kimler çatıştırılmak istendi, onu veriyoruz. Siz, “Bunu asker yaptı, derin devlet yaptı.” diyebilirsiniz. Ama ben şuna inanmıyorum: ABD’liler geldi, onlar yaptı. İsrailliler geldi, onlar yaptı. Biz ne yaptıysak kendimize yaptık. Bu belgeselde biraz da şu var: 28 Şubat olmayabilirdi.

-Belgesele konuşmak istemeyenler oldu mu?

Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül) uzun     uzun brifing yaptı. Ama “Kamera önüne geçmem, cumhurbaşkanı olarak doğru olmaz.” dedi. Tansu Çiller de uzun uzun konuştu ama o da aynı şekilde kayıt altına alınmak istemedi. Genelkurmay Başkanı ve Çevik Bir konuşmak istemediler. “Aramızda karar aldık, konuşmayacağız çünkü yanlış anlaşılıyor.” dediler. Atilla Kıyat ile görüştük. Askere yakın kişilerle görüştük. O boşlukları da öyle doldurduk. Yani şu hata olmamalı; bir bölüme bakıp “Aaa bu çok Refahçı olmuş, bu çok laikçi olmuş.” denmemeli. Bütününe baktığınızda bir dengenin olduğunu fark edersiniz.

-Sizi en çok şaşırtan bilgi kimden geldi?

Bana en şaşırtıcı bilgi 7. yahut 8. bölümde yer alan Öcalan’ın yakalanmasında geldi. Anlatmayayım, heyecanı öldürür. Ama bu iş, yok MOSSAD’dı, yok bilmem neydi falan değil.

-Bundan birkaç ay önce Ayşenur Arslan’ın programında 28 Şubat sürecinde Fethullah Gülen’in kasetlerinin servis edildiğini söylemiştiniz.

Kasetlerin o anda medyaya verilmesi psikolojik savaşın gereği. O ortam içinde, o hava içinde Fethullah Gülen’in o kasetleri… Asker alıyor, ürettiriyor. Bir sürü dernekler var ya; Ergenekon çerçevesi içerisinde olanlar, onlar daha önceden biriktirilmiş. Besbelli ki Fethullah Gülen hareketinin içinden birileri o kasetleri getirmiş. O böyle casus sokturup da çekmiş falan değil. Üstelik de o kasetler gizlice yapılmış görüşmenin kayıtları değil, o besbelli. Cemaate yapıyor o konuşmayı. Bir kişiye değil ki. Ben servisin kesinlikle asker tarafından yapıldığına eminim. O dönemde askerden başka kimse o organizasyonu, o zamanlamayı yapamazdı.

-Andıçlanma dönemi medyasıyla günümüz medyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

O dönemde laik kesimin medyası güçlüydü. Yani laik kesim medyaya hâkimdi. Ama şimdi iktidarı destekleyen ve ona kol kanat geren çok büyük bir medya var. Medyanın geneline baktığınız zaman sıkıntı mı, hayır! Bazılarının sıkıntısı var. Çünkü iktidara karşı muhalefetini yeteri kadar formüle edemiyor. Korkuyor. “Böyle olursa patron ne der? Başına bir şey gelir mi?” Doğru veya yanlış ama böyle bir korku var. Genele baktığımız zaman o dönemlerdeki hava, bu dönemde yok. Ama ben hep uyarıyorum. Aman ha, diyorum. Eskiden laik kesimdi, şimdi de dindar kesim aynı hataları yapmayın.

-Peki, 28 Şubat sürecinde Birand neler yaşadı?

Allah kimsenin başına vermesin. Dımdızlak kalıveriyorsunuz. Bazı arkadaşlarınız bile ne olur ne olmaz diye yanınıza yanaşmıyor. Askerle arası bozuk olan insana iyi gözle bakılmıyor. Yani hayatımın en güç dönemleriydi onlar. Doğrusunu söyleyeyim, bunu yazarsanız da memnun olurum; Aydın Doğan, “Sen gel kardeşim, ben sana güveniyorum. Böyle şey yapmazsın, benle beraber çalış.” demese, şimdi sokaktaydım herhâlde. Devlet çok gaddar. Devletin tepesi bir kez sana ters bakmayagörsün…

-Asker sizi hiç sevmedi galiba…

Aslında ‘Emret Komutanım’ kitabı ile başladı. Bu kitabı asker kendine övgü kitabı olarak istedi. Ben nasıl görüyorsam, onu yazdım. Çok kızdılar. Arkasından Kürt sorunu geldi. Öcalan görüşmesi geldi. Resmî ideolojiye tersti. İlk defa Kürt sorununun adını koyalım diye bir yazı yazdım. Arkasından Fethullah Gülen’in okulları geldi. ‘Niye uğraşıldı, niçin Fethullah Gülen?’ diye sorunca… O sırada yine üniversitelerde türban yasağı kadar mantıksız bir şey olmaz deyince… Bunlar  üstüme geldi… geldi… geldi…

-Asker sizinle irtibat kurmaya çalıştı mı o dönemde?

Benim hiçbir zaman askerle irtibatsızlığım olmadı ki…

-Uyarma anlamında…

Çok uyardılar! Çalıştığım gazetelerin Ankara büro şefleri, “Genelkurmay’daydık. ‘Canına toz ekeceğiz Mehmet Ali’nin!’ diye konuşuluyor.” şeklinde çok haber getirdiler bana. Bir de ‘askerci gasteciler’ vardı. “O Mehmet Ali denen adama, göreceksin bak neler olacak!” dedikleri açık oturumları izlerdim ben televizyonlarda.

-Darbe çığırtkanlığı yapan gazeteciler sizin tabirinizle ‘askerci gasteciler’ bugün ne durumda?

Askerci gastecilerin bugün birkaç tanesi hariç hepsi elendi. Recep Tayyipçi gasteci olma, Erbakancı olma, askerci de olma. Mesafen olsun arada. Çünkü sonunda ne olursa olsun onlar geliyorlar, geçiyorlar. Görüşlerini benimsiyorsan destekle, hiçbir sorun yok! Ama uyuşmadığın zaman “Kusura bakmayın, aynı fikirde değilim!” de.

-28 Şubat yargılansın deniyor. Bu kafileye askerci gazeteciler de girer mi?

Sanmıyorum. Onlardan önce yargılanması gereken insanlar var. Kalkıp yalakalık eden insanları yargılarsan, işe alttan başlamış olursun. Önce tepeden başlayıp sonra aşağıya inilmeli. Eskiden de böyleydi. ‘Adnan Menderesçi gasteciler’ vardı, ‘Demirelci gasteciler’ vardı. Ama dikkat edecek olursanız ‘cili’ gasteciler sonunda hep elendi, gitti.

Darbe isteyecek kim kaldı?

Sen bu topluma artık darbe yaptıramazsın. Ancak büyük bir ekonomik kaos, güçlü bir siyasi kargaşa, PKK-Kürt-Türk meselesinde zik zak yapan bir başbakan olursa olur. Ona da darbe demem ben. Darbeyi isteyebilecek kim kaldı? Ufak, gözü kapalı katıksız ulusalcılar, nesli tükenen solcular, iktidarını kaybeden asker yanlıları… Herkes olmasa bile toplumun büyük kesimi bugün hayatından memnun.

aksiyon

*************************

28 şubat son darbe video

KUDÜS GEZİSİ VE FİLİSTİN İHYASI

Yorum bırakın

Bir Kudüs aşığı dostumuz tarafından dört günlük gezi ile Kudüs gezimizi yaptık. Geldikten sonra Kudüs gezisi nasıl olmalı diye biraz düşündüm. Şimdilik aklıma gelenler bunlar:

  1. Kudüs gezisi mümkünse 10 gün ya da 7 günden az olmamalı.
  2. Her peygamberin ziyaretine bir gün ayrılmalı. Musa (a.s.)’a gidince mescidinde oturup önce ayeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden derlenmiş kısa bir tarihçeyi hayatı verilmeli. (Bu iş için Ensar Neşriyatın yayınladığı N. Mehmed Solmaz-Prof. İsmail L. Çakan’ın derlediği Kur’an ı Kerim’e göre Peygamberler ve Tevhid mücadelesi ve Ahmet Cevdet paşanın Kısas ı enbiya’ sı müsaittir.) Sonra çevre hakkında coğrafi bilgi verilmeli ve icabında o mübareklerin binlerce yıl önce dolaştıkları yerlerde dolaşıp; bastıkları kumlar ziyaret edilmeli, soludukları hava teneffüs edilmeli, Rabb ül Alemin’e iltica edilmelidir.  Aynı program İbrahim ve Yunus peygamberlerin şehirlerinde de uygulamalıdır.
  3. Mescidi Aksa’ya tam bir gün ayrılmalı Mirasımız derneğinin bastırdığı harita herkese dağıtılıp tek tek bütün yapılar hakkında detaylı bilgi verilmelidir. Sonra kıble mescidinde oturup detaylı bir Kudüs tarihi işlenmelidir. Daha sonra Kubbe’tüs Sahra’da detaylı miraç hadisesi anlatılmalıdır. Yatsı namazına kadar kalan vakitte de insanlar serbest bırakılıp diledikleri gibi Allah Teala’ya iltica, dua ve niyazda bulunmaları sağlanmalıdır.
  4. Ağlama duvarı hakkında da detaylı bilgi verilip içeride neler okudukları ve inançlarının neler olduğu etraflıca anlatılmalıdır.
  5. Hıristiyanların kutsal saydıkları yerlerde de gezerken onların yanlış bilgileri ve aslında doğrusunu ne olduğu Kur’an ve hadisler doğrultusunda anlatılmalıdır. Hazreti Meryem yaşadıkları detaylı olarak anlatılmalı. İsa peygamberin yaşantısı anlatılmalıdır.
  6. Eski şehir ayrıca bir gün ayrılıp küçük gruplar halinde serbest gezme imkânı verilmelidir.
  7. Alış verişler topluca marketlerde değil şehir’in ara sokaklarında küçük esnaftan yapılmalıdır.
  8. Büyük lokantalarda yemek organizasyonu değil isteyenler için ara sokaklardaki küçük esnaftan mahalli yiyecekler alma imkânı oluşturulmalıdır.
  9. Topluca Gazze’ye doğru yola çıkılmalı, uzaktan da olsa bir selam verilmelidir.
  10. Grup topluca şehirde yürüyüş yapmalı, hatta ellerimizde bayraklarla herkese el sallayarak gövde gösterisi yapılmalıdır.
  11. Otobüslerimizin önüne kocaman bayrak asılmalıdır. (Kardeşlerimize moral olur)
  12. Kardeşlerimiz sıkıntı içinde perişan halde iken bizim dört yıldızlı açık büfe yemekli (fakat taharet musluksuz) otel yerine eski şehirde yani kale içinde pansiyonlar ayarlanıp birkaç gün gerekirse yer yatağında yatılmalıdır. (Hiç olmazsa birkaç gün kardeşlerimizin derdiyle dertlenmiş oluruz)
  13. Yerli Müslüman halkla biraz daha fazla temas kurmanın imkânı araştırılmalıdır.
  14. Giderken Türkiye’den yardım parası toplayıp orada ehline teslim edilmelidir.

FİLİSTİNİN İHYASI İÇİN YAPILACAKLAR

  1. Türkiye’de bir dernek kurulmalıdır. Adı Filistin’i İhya Derneği (FİHDER) olabilir. Bu derneğin amacı; bütün dünyadaki müslümanlardan para toplayıp, Kudüs’te evlerini satmak zorunda kalan müslümanlara verip evlerini satmamaları ve hayatlarını devam ettirebilme imkânı oluşturabilmek olmalıdır. Hatta İsraillilerin yaptıkları gibi bizim de müslümanların evlerini güzelce imar edip, durumu zayıf olanlara maaş bağlamalıyız. Çalışma ihtiyacı için dışarı çıkmasınlar. Unutmamalıyız ki; orası ümmetin ileri karakolu ve sıcak cephesidir. Karakol düşmemeli, cephe kaybedilmemelidir. Ancak gördük ki; cephe gittikçe zayıflıyor ve geriliyor.
  2. TİKA burada faal hale getirilmelidir.
  3. Sanatçılarımız, yazarlarımız, akademisyenlerimiz buraya sık sık gidip gelmeli, buradaki sanatçılarla ortak sanat faaliyetleri, paneller, sempozyumlar, sergiler düzenlenmeli. Türkiye’den ekipler burada film çekmeli. Yani halk örülmeli.
  4. Bütün müslümanlar burayı görmeli. Daha ucuz ve daha sık gezi programları düzenlenmeli.
  5. Resmi ziyaretler de düzenlenmeli. Mesela belediyeler kardeş şehirler edinmeli. Sonra bu kardeş şehri imar etmeli. Siyonistlerin yaptıkları gibi imrenilecek şehirler kurulmalı.
  6. Kısaca cephenin terk edilmemesi için tüm destek verilmelidir.
  7. Filistinli Müslümanların içeride birleşmesi temin edilmelidir.
  8. Silahlı Kuvvetlerinin oluşması için çaba harcanmalıdır.
  9. İçeride eğitim desteği de verilmelidir. Halkın eğitimi için müsait yetişmiş âlimler takviyesi yapılmalıdır. Ya da araç, gereç, doküman ne gerekiyorsa desteklenmelidir.

Gürcan ONAT – ASSAM Koordinatörü

ASDER BASIN AÇIKLAMASI

Yorum bırakın

Değerli Basın Mensubu Arkadaşlarım.

Hoş geldiniz.

ASDER ‘in yeni başlattığı girişimleri sizlerle paylaşmak istedik.
Yeni girişimlerimizin Ülkemiz için önemli faaliyetler olduğunu düşünüyoruz.
ASDER,
Başlangıçta, her tarafın toz duman olduğu, askeri müdahaleden kaynaklanan baskıların tüm Ülkede hissedildiği karanlık dönemde, bin bir zorlukla, mağduriyetlerin kaldırılması amacıyla kuruldu.
Kuruluşundan kısa bir süre sonra; esas meselenin ferdi mağduriyetler olmadığını, sorunun, Ülke sorunu olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önündeki engellerin de, Milletin İradesinin Devletin kurumlarına tam olarak hakim olamamasından kaynaklandığını anlayarak, misyonunu tekrar gözden geçirdi ve çalışmalarını Ülke sorunlarına yöneltti.
Bu gün  Ülkemiz ileri demokrasi yolunda emin adımlar atmaya başladı.
ASDER Mensuplarının ferdi mağduriyetlerinin bir kısmı da bu arada giderildi.

Ama her şey henüz rayına oturmadı.

ASDER,  Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi  “ASSAM” ‘ı  Kurdu.

Hem Ulusal, hem de İslam Dünyası ile ilgili meselelerde, ASDER Mensuplarının gayretlerinin devam ettirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Askeri tecrübelerini ve 15 yıllık birikimlerini yeni organizasyonlar içinde değerlendirebilmesi için Dernekten farklı yeni yapılanmalara ihtiyaç duyduk.
Bu Nedenle;
ASDER Çalışmalarının fikri temelini oluşturmak üzere Adaleti Savunanlar Araştırmalar Merkezi “ASSAM”  ‘ı Kurmuştur.

Merkezimiz çalışmalarında;
Türk ve Müslüman Milletlerin refahı, Dünyada barış ve adaletin tesisi, İslam Ülkelerinin bir süper güç olarak Dünya siyaset sahnesine çıkmasına bağlı olduğunu; İslam Ülkelerinin birliği için de Türkiye’nin Liderliğine, Türkiye’nin İslam Ülkelerine önderlik yapabilmesi için de Milli İradeyi Devletin bütün kurumlarına hakim kılması ile mümkün olduğunu, temel düşünce olarak kabul etmektedir.
Yani akademik seviyede yapılacak çalışmalar; Dünyanın ilgi sahamızdaki Coğrafyasında ve Ülkelerinde cereyan eden her hangi bir olay incelenip değerlendirilirken; bu olay, günün gerçekleri göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin Milli menfaatlerine ve İSLAM BİRLİĞİ tasavvuruna ve hedefine nasıl etki eder sorusunun cevabını verecek yöntemler kullanılarak yapılacaktır.

ASSAM ‘ın, diğer Strateji Merkezlerinden farkı, Çalışma alanımızda cereyan eden her olayı; İslam Birliği Hedefini dikkate alarak değerlendirme gayreti içinde olacak olmasıdır.

Bu Misyonla, Adaleti Savunanlar Derneği Strateji Araştırmalar  Merkezi (ASSAM) çalışmalarına, ASDER Genel Merkezinde, 24 Eylül 2011 tarihinde, Dernek Mensupları ile,  başlamıştır.

ASSAM ‘ın Çalışma alanı, Türkiye Milli Güç Unsurları, İslam Coğrafyası ve bu coğrafyaya etkili olan güçler olarak tespit edilmiştir. Çalışma alanlarımız ve bu alanların araştırmacı yazarları size takdim edilen dosyanın ekleri arasında bulunmaktadır.
Merkezimizin seçtiği alanlarda bilgi alt yapısını oluşturduktan sonra, bu çalışma alanlarını enstitüye dönüştürerek ve kapısını akademisyenlere de açarak, bağımsız akademik bir merkeze dönüştürülmesi düşünülmektedir.
ASSAM hakkında ayrıntılı bilgi ekli dosya içinde bilgilerinize sunulmuştur.

ASSAM, Uluslararası SAvunma DAnışmanlık, İnşaat, Sanayi ve Ticaret A. Ş. “SADAT” ‘ı  Kurdu;
Değişim süreci yaşayan İslam Ülkelerinde, rejimler maalesef kanlı eylemler sonucunda el değiştiriyor.
Yeni yönetimlerin, Ülkelerinin yığın haline gelmiş sorunlarını kısa ve orta vadede çözmeleri mümkün görülmüyor.
Rejimlerinin oturması ve kendi ayakları üzerinde kalmaları için 40:50 yıllık uzun bir süreye     ihtiyaçları var.
Orduları da dağılıyor. Yeniden düzenlenmesi gerekir.
Emperyalist Batı Ülkelerinin, ekonomik ve askeri ihtiyaçları karşılamak için cazip tekliflerle yeni yönetimlerin kapılarını çalmaları yakındır.
Bu ülkelerin yalnız bırakılmaması gerekir.
Tekrar emperyalist güçlerin güdümüne girmelerine seyirci kalmak büyük talihsizlik olur..

Bu değişimi, kendi içlerindeki ihtilafları gidermek ve  İslam Ülkeleri arasındaki safları     sıklaştırmak için fırsat bilerek yardımlarına koşmak gerektiği kanaati ile bir girişim başlattık.
Hükümetimizin resmi imkanları ile değişim öncesinde ve sonrasında demokrasi arayışındaki     yönetimleri desteklediğinin bilinç ve şuurunda olarak; daha seri hareket edebilecek ve resmi     desteğin yetişemediği, boş bırakmak durumunda kaldığı alanlarda, İslam Ülkeleri arasındaki     ittifaka destek vermek için ; ASDER Yönetimi ve ASSAM Kurucular Kurulu, Dünyadaki örneklerine benzer özel bir danışmanlık şirketi kurmaya karar vermiştir.

ASDER Mensubu 64 Subay ve Astsubayın katılımları ile Uluslar arası Savunma Danışmanlık İnşaat, Savunma ve Ticaret A. Ş. “SADAT” Kurulmuş, kuruluşu Noter huzurunda resmiyet kazanmış, Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilerek aktivite kazanması için müracaat edilmiş, ancak, Ülkemiz ‘de bir ilk olan SADAT ‘ın  Ana Sözleşmesi, yetki almak üzere Milli Savunma Bakanlığına kadar ulaştırılmıştır.
Geçen bir aylık süreye rağmen, Devlet Kademelerince görüş oluşturulamayan SADAT, resmiyet kazanmayı müteakip, Ülkemiz ve İslam Alemi için önemli görevler ifa edeceği inancındayız.
SADAT ‘ın Amacı Şirket Ana Sözleşmesinde Aşağıdaki Şekilde Yer Almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarlarını gözeterek, ihtiyaç duyan dost ülkelerde;
•    Savunma danışmanlığı yapmak,
•    Güvenlik Güçlerini organize etmek, (Teşkilat, malzeme ve kadro)
•    Güvenlik Güçlerine eğitim vermek, (İlgili ülke, Türkiye veya üçüncü ülkelerde)
•    Güvenlik Güçlerinin ihtiyaç duyacağı silah, mühimmat, araç, gereç, kıyafet ve yiyeceklerin İlgili ülke, Türkiye ve üçüncü ülkelerden alış, satış, tedarik ve temini için ihaleler açmak, ihalelere girmek, teklifler vermek, teklifler almak.
•    Güvenlik Güçlerinin ihtiyaç duyduğu her türlü elektrik, elektronik, yazılım, donanım,  bakım ve servis hizmetlerini vermek.
•    Güvenlik Güçlerinin mevcut silah ve malzemelerinin yenileştirilmesini sağlamak ve Silahlı kuvvetlerinin iskan ve eğitimi için ihtiyaç duyulan tesislerin inşaatını yapılmaktır.
SADAT ‘a da bir ASSAM oluşumu gözü ile bakabiliriz.
SADAT hakkında bilgi ve Şirket Ana Sözleşmesi ekli dosya içinde bilgilerinize sunulmuştur.

ASSAM, ASDER için TBMM ‘ne YENİ ANAYASADA yer almasını İstediği  İlke ve Önerilerini Sundu.

Darbeler tarihi literatürüne  “28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi” olarak giren, son askeri darbe yöneticilerine en yakın bulunan ve bu darbeden en büyük darbeyi yiyen kişilerin kurduğu bir Dernek olarak ASDER, 15 yıl boyunca yaptığı analizlerin, Yeni Anayasa ‘da yer alabilmesi için, ASSAM vasıtasıyla bir çalışma yapmış ve 20 sayfayı bulan hazırlığını 30 Aralık 2011 tarihinde TBMM Başkanlığına ve Anayasa Uzlaşma Komisyonuna ulaştırmıştır.

İki Bölüm halinde hazırlanan Çalışmamızın birinci bölümünde “Neden Yeni Bir Anayasa” ya ihtiyaç olduğu hususunu açıklamış; ikinci bölümümde de “Nasıl Bir Anayasa” sorusuna yanıt vererek, Anayasada bulunmasını istediği ilkelere yer vermiştir.
ASDER Anayasa çalışmasının özgün bir çalışma olduğunu düşünüyoruz.

ASDER ; geçmişteki darbe, müdahale, dayatma ve vesayet sisteminin üç ayağa dayandığını savunmaktadır. Birinci dayanak, Anayasa ve Yasalarda darbelere gerekçe olarak kullanılan hükümler ve yasal mevzuat; İkinci Dayanak, Silahlı Kuvvetlerde, Yargıda, Yüksek Öğretimde ve Kamu Kurumlarının üst kademelerinde, Milletin değerlerine ters ideolojik Kadrolaşma; Üçüncü dayanak da zayıf koalisyon hükümetlerine sebep olan siyasi istikrarsız dönemlerdir.
ASDER ‘e göre;
Bu üç dayanak kaldırılarak Milli İradenin devletin bütün kurumlarına hakim olması ve temel hak özgürlüklerin üzerine konan anayasal kısıtlamaların kaldırılması için yeni bir anayasa yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
ASDER teklifinin birinci bölümünde, 1982 Anayasasında ve hukuki mevzuatta darbelere ve vesayet sisteminin tesisine dayanak olan hükümler ile, yakın tarihimizde bu mevzuattan yararalanarak yapılmış, Askeri, Yargı ve YÖK darbeleri belirtilmiştir.
“Nasıl Bir Anayasa” sorusuna cevap bulan ikinci bölümde de, Yeni Anayasanın;
•    Temel insan hak ve özgürlüklerini koruyacak,
•    İç barışı sağlayacak,
•    Adaleti temin ve hukukun üstünlüğü ilkesini tesis edecek,
•    Milli İradeyi hakim kılacak ve istikrarı muhafaza edecek,
•    Çağdaş ve ileri bir yönetim sistemi oluşturacak,
•    Dış dünya ile yakın ve devamlı iletişim kurma imkanı verecek,
Bir Anayasa olması istenmiş ve Yeni Anayasa’da;
•    Resmi İdeolojinin, değiştirilemez maddelerin, laiklik ilkesinin, vatandaşın anayasal sıfatının, temel insan hak ve özgürlüklerinin üzerinde kısıtlamanın  olmaması,
•    Resmi dilin Türkçe, ana dilde eğitim ve idam cezası olması,
•    Milli İradenin hakimiyetini sağlayacak ve global meselelerle aynı zamanda Ülke sorunlarına da daha seri çözüm üretebilecek;
◦    Bölgeli üniter Devlet ilkesine uygun İdari yerinden yönetim (özerklik) modeli ile;
◦    Yasama ve Yargı yetkisi merkezi yönetimde,
◦    Yürütme yetkisinin bir kısmı bölge idarelerine,
◦    Bölge idareleri de kendi yürütme yetkisinin bir kısmını alt kademedeki mahalli idarelere aktarmış olarak,
◦    Merkezi Hükümetin bu yetkilerde arttırma ve eksiltme yetisi ile bölge ve alt mahalli idareleri denetleme yetkisini elinde bulundurduğu
◦    iki partili, iki meclisli,
◦    Başkanlık Sisteminin yönetim biçimi olarak benimsenmesi,
•    Siyasi İrade üzerindeki Yargı Vesayetinin engellenmesi için;
◦    Anayasa Mahkemesinin, Cumhurbaşkanı dahil yürütme ve yasama organları ile siyasi partilere ait, kararlarının ve Yargıtay Başsavcısının Parti kapatma ile ilgili iddianamelerinin  onay mercii ile
◦    Siyasî birer makam olan Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanları ile Yargıtay Başsavcısının seçiminin de TBMM tarafından yapılması gerekli bulunmuştur
•    Askeri Vesayetin ve Darbelerin engellenmesi için;
◦    Milli Güvenlik Kurulunun kaldırılması,
◦    Genelkurmay Başkanlığının ve Kuvvet Komutanlıklarının ayrı ayrı MSB ‘lığına bağlanması,
◦    TSK ‘nın yeniden yapılandırılması,
◦    Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesinin yeniden ifade edilmesi,
◦    İç güvenliğin İçişleri Bakanlığına,  dışa karşı savunmanın da MSB ‘lığına verilmesi,
◦    Jandarma Genel Komutanlığının Genelkurmay Başkanlığı  ile organik bağlarının koparılması,
◦    Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden (MGSB) iç tehdit değerlendirmelerinin kaldırılması,
◦    Yüksek Askeri Şuranın yapısının değiştirilmesi ve bütün kararlarının yargıya açık olması,
◦    Askeri Yüksek Yargının kaldırılması ve  askeri hakimlerin üniformasız olması savunulmuştur.
Yeni Anayasa önerimiz ile ilgili olarak TBMM ‘ne verilen metin ekli dosya içinde bilgilerinize sunulmuştur.

ASSAM ‘ın Bir diğer Çalışması da, ASDER için hazırladığı; 6191 Sayılı Yasanın Kapsam Dışında Bıraktığı Asker Mağdurların, Mağduriyetini giderecek YASA TASARISI dır.

22 Mart 2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6191 Sayılı, Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu ile 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32. madde , Silahlı Kuvvetlerden, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı, yani yargıya kapalı  idari işlemlerle emekli edilen askeri personelin önemli bir bölümüne, yapılan haksızlıkların önemli bir bölümü giderilmiştir.
Çıkarılan yasa devrim niteliğindedir.
Silahlı Kuvvetlere ve onun en üst organı tarafından yapılan idari işlemlere rağmen, bu güne kadar hiç bir siyasi iradenin cesaret edemediği, altın bir irade sergilenmiştir.
Bunun değerini mağdurlar, sivil toplum ve kamu oyu takdir etmiştir.
Bu cesur ve adil davranışından dolayı Sn. Cumhurbaşkanımıza, Sn. Başbakanımıza, Hükümetimize ve Meclisimize gönülden teşekkür ediyoruz.

Yasadan yararlananlar, emsallerinin hakları ile emeklilik imkanına, emsali emekli olmayanlar emsallerinin özlük hakları ile kamuda görev yapmaya, emekli edildikleri rütbe ve derecede emekli kimlik belgesine, sosyal haklara ve silah taşıma yetkisine sahip olmuşlardır. En önemlisi de çıkarılan yasa ile yapılan idari işlemlerin haksız olduğu kabul edilmiş ve kapsama girenler itibarlarını kazanmışlardır.

Ama meseleye her şey olmuş bitmiş ve mağduriyetler son bulmuş gözüyle bakamayız. Ayrıca bu yasayı bir lütuf olarak görmek de yeni yanlışlara yol açabilir. Yasa ile sağlanan haklar, gasp edilen hakların ve verilen maddi ve manevi zararın telafisi için yeterli değildir.
MSB’lığı Web Sitesinde yapılan duyuruya göre, 4606 başvurunun 1542’i kabul edilmiştir. (Duyuru yayınlandıktan sonra 24 Jandarma Subayının daha müracaatları kabul olunmuştur.)
Kendini mağdur olarak görenlerin %32,9 yasadan yararlanmıştır.
Müracaatı reddedilen 3064kişidir. Bunlardan;
847 ‘si (%18,4) 1971 tarihinden önce yapılan işlemlerle emekli edildiği için,
1967 ‘si (%42,2) yargıya açık işlemlerle  emekli edildiği için, (1991 kişinin içinde, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbe dönemlerinin kadrine uğrayan, kararname mağduru subay, astsubay, askeri öğrenci ve uzman personel ile emekliliğe zorlananlar bulunmaktadır.)
226 ‘sı (%5,5) YAŞ Kararlarıyla ayrıldığı halde reddedilmiştir.
Sonuçta, kendisini mağdur hissedenlerin %67.1’ i bu yasadan yararlanamamıştır.
Bu durum, ADALET arayanları da, ADALETİ savunanları da,  ADALET için yola çıkanları da rahatsız etmektedir.

Yasanın esasta iki noksanı bulunmaktadır. Birisi, yasanın kapsam dışında bıraktığı mağdurlardır. Diğeri de kapsadığı kişilerin bütün mağduriyetini giderememiş olmasıdır.

6191 Sayılı Yasanın kapsamı dışında kalanları dört ayrı grupta tasnif edebiliriz. Bunlar;
•    Birinci Grup Mağdurlar;  Kararname mağdurlarıdır.
◦    29 Temmuz 1983 tarihi ile 6191 sayılı Yasanın çıktığı 22 Mart 2011 tarihleri arasında, idari işlemlerle re’sen emekli edilenler,
◦    12 Eylül 1980: 29 Temmuz 1983 tarihleri arasında, idari işlemlerle re’sen emekli edilenler,
◦    12 Mart 1971: 12 Eylül 1980 tarihleri arasında ve özellikle 12 Mart müdahalesi sırasında, idari işlemlerle re’sen emekli edilenler,
◦    12 Mart 1971 öncesi idari işlemlerle re’sen emekli edilenlerdir.
•    İkinci Grup Mağdurlar; Askeri Öğrencilerdir.
•    Üçüncü Grup Mağdurlar; Uzmanlardır.
•    Dördüncü Grup Mağdurlar; Emekliliğe ve istifaya zorlananlardır.
KAPSAM DIŞI KALANLARIN DAĞILIMI :
•    KARARNAME MAĞDURLARI        :            1580
◦    12 MART 1971: 12 EYLÜL 1982    :    600
◦    12 EYLÜL 1982: 12 MART 2011    :    133
◦    27 MAYIS 1960 : 12 MART 1971    :    847
•    ASKERİ ÖĞRENCİLER    TOPL.    :             526
◦    12 EYLÜL 1980: 29 TEMMUZ 1983    :    447
◦    29 TEMMUZ 1983 : 12 MART 2011    :      79
•    UZMANLAR                :               73
•    EMEKLİLİĞE ZORLANANLAR        :               60

TOPLAM                        :            2239

Kararname mağdurları, ayırma işlemi yargıya açık olduğu için; Askeri öğrenciler, uzmanlar ve emekliliğe zorlananlar ile 12 Mart 1971 öncesi mağdurlar hem yasada hiç bahsedilmediği için, hem de bahsedilmiş olsaydılar da ayırma işlemleri yargıya açık olduğu için, kapsam dışında kalmışlardır.

Yani bütün grupların ortak yanı, ayırma işlemi yargıya açık olduğu, yani işlem tesis edildikten sonra  Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) başvurma hakları bulunduğu, başvuranlar hakkında  AYİM, esastan davalarını inceleyerek ayırma kararını yasal bulduğu için, idare de yasa koyucu da bu kişileri mağdur saymamaktadır.

Biz, Silahlı Kuvvetlerde disiplinin sağlanması için askeri cezai yargı sisteminin yeterli olduğunu, bir fiil yasalarda suç sayılıyor ise; bu fiili işleyen kişiler askeri cezai yargıya sevk edilmeli, cezasını yargı vermeli, bu ceza Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektiriyor ise, ayırma işlemi o zaman yapılmalıdır. Aksi takdirde, Birkaç uyarma. Tevbih, şiddetli tevbih, Birkaç gün göz ve oda hapsi alan  kişilerin, disiplinsiz kategorisine konularak, Silahlı Kuvvetlerden çıkarılma işleminin yapılmasının hukuki olmadığını, sakat işlemler olduğu, Askeri Ceza Kanunun 30. maddesinde Silahlı Kuvvetlerden  çıkarılacak durumların neler olduğunun belirtildiğini, bu şekilde olmayanların işlemlerinin haksızlık olduğunu, bunu gözetmeyen idari yargı kararlarının da hukuksuzluğu katmerlendirdiğini, bu nedenle geçmiş mağduriyetlerin düzenlenecek yeni bir yasa ile giderilmesinin gerektiğini savunmaktayız.
Ayrıca;
Silahlı Kuvvetlerde,  amirler tarafından verilen disiplin cezaları, Anayasanın 129. maddesine göre yargı denetimi dışında olup, verilen cezaya itiraz hakkı bulunmamakta, AYİM de işleme dayanak olan cezalar için yerindelik denetimi yapamamakta, sadece işlemin mevcut mevzuata uygun tesis edilip edilmediği hususunu denetleyebilmektedir.
Bunun dışında, yargıya açık bir kısım işlemler, re’sen emeklilik tebligatlarında, vurgulanması gerekirken, bazı tebligatlarda, özellikle Yaş Kararlarının açıklandığı dönemlere rastlayanlarda, belirtilmediğinden, şahıslar, YAŞ kararı ile ayrıldığını zannederek, AYİM ‘e baş vurmamış, bu nedenle yargıya müracaat haklarını da kaybetmişlerdir.
Bunun dışında, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa Referandumunda, askeri hakim teminatının sağlanması amacıyla 1982 Anayasasının ilgili maddesinde değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikle, AYİM’in özellikle darbe dönemlerindeki kararlarının hakim teminatının zedelenmesi bakımından, adil olmaması da söz konusu edilebilecektir.
Yukardaki dört grupta belirtilen askeri şahısların haksızlığa uğradığını düşünüyor ve bu haksızlığın çıkarılacak bir kanunla giderilmesinin uygun olacağını savunuyoruz. Çünkü, kamu hizmeti görülürken uğranan zararlar, kişiler üzerinde bırakılmaz, bu zarar tüm toplum tarafından paylaşılır ilkesi, Kamu Hukukunun bir temel kuralıdır.

Bu mağduriyetlerin dışında;
6191 Sayılı Yasanın Kapsamı içine giren YAŞ Mağdurlarının da bütün zararları bu yasa ile giderilememiştir. Başlıca, geçmiş dönem maaşları, OYAK kesintileri, ayrıldıktan sonra bir yüksek okul bitirenlerin intibakları, üst derece sicil alanların emsal alınmaması, kimliklerin ayrıldıkları rütbelere göre düzenlenmesi gibi hak kayıpları giderilmemiştir.
Bu haksızlığın da giderilmesinin zaruri olduğunu düşünüyoruz.

Bütün bunların 6191 sayılı yasada değişiklik yapacak ek bir yasa ile giderilmesinin uygun olduğunu düşündük ve bir tasarı hazırladık. TBMM ‘de yaptığımız temaslarla tasarıyı anlattık. Ancak Başbakanımızın mesele ile bizzat ilgilenmesi gerektiği sonucuna ulaştık.
Başbakanımıza ulaşmak için girişimlerimizi sürdürmekteyiz.
Mağduriyetlerin giderilmesi ile ilgili yasa tasarısı ve bu hususta yapılan girişimlerle ilgili bilgiler de ekli dosya içinde bilgilerinize sunulmuştur.

Davetimize icabet edip bizi sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Varsa, sorularınızı cevaplamaya hazırım. 12 OCAK 2012
Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASDER Onursal Bşk.
ASSAM Başkanı
SADAT Ynt. Krl. Bşk.

Dış politikada acı gerçek! – ALİ BULAÇ

Yorum bırakın

Evet, “ne oldu da dış politikada 10 yıl öncesine döndük?” sorusuna cevap arayalım.

Dış politikanın malul olduğu iki sebep gerilemede etkin rol oynadı: Biri Türkiye’nin angajmanları; diğeri bölgeye empoze etmeye çalıştığı modelin bünyevi zaafları. Etkileyici bir sebep daha var; o da son dönemde iç ve dış politikaya rengini vermekte olan “İttihatçı, Neo Osmanlıcı ve milliyetçi dil, retorik ve yaklaşım”ın bölge ülkelerini ürkütecek boyutlarda kendini tezahür ettirmesi.

Belirtmek gerekir ki, son on yılda takip edilen politika “taktikler seviyesi”nde doğruydu; heyecan vericiydi: “Komşularla sıfır ihtilaf, sakin güç; ticarî-ekonomik ilişkileri öncelemek vs.” Nitekim gözlendiği üzere İran’dan Mısır’a ve Afrika açılımına kadar her temas noktasında bu taktikler iyi sonuç verdi. Ancak her şey ABD ve AB’nin göz yumduğu “marja bağımlı” olduğundan, işin Türkiye’yi sahiden bölge halklarıyla buluşturacak noktalara gelmesine izin verilmeyecekti. Bu da Türkiye’nin Batı ile angajmanları dolayısıyla zaten sınırlı limitler içinde hareket etmek durumunda olmasından kaynaklanan acı gerçeğe işaret eder. Elde edilen sonuçlar “taktikler seviyesi”nden çıkıp sanki Türkiye kendi adına bölgede iş yapıyor görüntüsünü vermeye başlayınca müttefikleri önüne ‘Stop!’ levhasını dikti.

Bize hatırlattıkları gerçek şuydu: Türkiye, Batı İttifakı’nın/NATO’nun üyesidir; AB üyelik sürecini takip etmektedir; ABD ile model ortaklığı vardır. Yani Türkiye, ABD ve AB’ye rağmen bölgede rol oynayamaz, ABD ve AB’nin çizdiği stratejik sınırlar dahilinde hareket edebilir ancak.

Bu da gösteriyor ki, son 10 yılda Türkiye’ye tanınan serbesti ‘stratejik’ değil, ‘taktik ve operasyonel alan’la sınırlıdır. Esasında Türkiye, taktikler ve operasyonlar seviyesinde görece özerk davranma iznini bu hükümet döneminde değil, ta Özal döneminde koparmıştı; “çok boyutlu dış politika ve komşularla sıfır ihtilaf” İsmail Cem döneminde tartışılmıştı. Özal, ABD’lileri şuna ikna etmişti: “Siz bölgeyi bizim kadar iyi bilmiyorsunuz, fil gibi zücaciye dükkânına dalıyor, her yeri darmadağın edip çıkıyorsunuz. Bizi bölgede özerk bırakın, biz bölgenin dilini, reflekslerini, kodlarını çok iyi biliriz. Ortaya çıkacak sonuç hem sizin hem bizim çıkarımıza olacaktır.” Batı kısmen buna ikna oldu.

Böylelikle Türkiye, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve Balkanlar’a açıldı. AK Parti iktidarıyla bu mantıki sonuçlarına ulaştı. İş öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye sahiden bölgesel yeni bir entegrasyonun zeminini inşa eder gibi oldu: İran’la ilişkiler üst seviyeye çıktı, Irak ve Suriye ile ortak bakanlar kurulu oluşturma noktasına geldi. Körfez ülkeleriyle umut verici ilişkiler geliştirildi. Mısır ve Tunus’ta toplumsal ayaklanmalarda ilham kaynağı oldu, tabii bu ekonomiye de olumlu yansıdı.

Müslüman Kardeşler’e iktidar yolu da açılınca ABD, İsrail ve Avrupa’da ‘şafak attı.’ Türkiye’ye “Sen bir Batı ittifakı üyesisin, Batı’yla birlikte hareket et, kontrolden çıkıyorsun” mesajını verdiler. Türkiye, Fransa’yı NATO’nun askerî kanadına kabul etti, Rasmussen’in seçilmesine ses çıkarmadı, İsrail’e OECD üyeliğini onayladı, radar sistemini Malatya’da yerleştirdi, Libya’daki NATO operasyonlarına destek verdi, Suriye’deki muhalefetin militarize olmasının önüne geçmedi; Lübnan’da yanlış kart kullandı; Irak’ta Şii çoğunluk ve yüzde 70’lik Türkmen nüfusa rağmen eski Baasçı sözde Sünni iktidar hülyasına kapılanlara arka çıktı. Böylelikle bölgedeki kapıları kendi yüzüne kapattı.

Bu tecrübeden bir kere daha öğrendiğimiz şudur: Türkiye, bölgede bağımsız politika takip edemez. Biraz ileri gidecek olsa Batı, ona sınırlarını hatırlatır, çünkü biz vesayet ve tarassut altındayız. Bu açıdan ABD’nin Cumhuriyetçi başkan aday adayı Teksas Valisi Rick Perry’nin “Türkiye’yi NATO’dan çıkaralım” teklifini bir delinin saçması saymayalım. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın “Teknolojide rakibimiz Amerika’dır, bu yüzden bize teknoloji vermiyor” sözlerini de hatırladığımızda bölge politikamızı derinden etkileyen ilk illetin ne olduğu bir kere daha anlaşılmış olur. Batı’ya angajmanlarımız bizi “kuruş hesabında kâra geçiriyor, lira hesabında zarara” uğratıyor. a.bulac@zaman.com.tr

a.bulac@zaman.com.tr

21 Ocak 2012, Cumartesi

Older Entries